



Aşk bir önyargıdır.
Son kuruşuna kadar oynamıyorsan asıl mesele para değildir.
Siz dünyayı kurtarın , bende nasıl kurtardığınızı yazayım.
Kapitalizm komünizmi yendi. Şimdide kendini yiyor.
Kadınlar her yere yanlarında aynayla gitmekten vazgeçtiklerinde bana kadınhaklarından söz edebilirler belki.
Birkaç kişinin gücü, ruhu, ateşi, cesareti ve kumarıyla insanlık boğulmaktankurtulabilir.
Yaşam az sayıdaki kadına hoş bir zarafet vermiş, kalanını da görmezlikten gelmiş.
Anlıyorum ki bilgisayarım beni taş**klarımdan kavramış durumda. Bu isi çözmem lazım.
Dünya, yazarların yokluğuna, kanalizasyonların yokluğundan daha çabuk alışır.
Hemen herkes dahi doğar, geri zekalı gömülür.
Tabii ki bir insanı sevebilirsiniz, eğer onu yeterince tanımıyorsanız.
Para seks gibidir olmayınca önemi artar.
Sabaha karşı 2’den sonra kimse çirkin değildir.
Yalan söyluyorum ama inan bana bu doğru.
Bence içmek,her gün tekrarlanılabilen ve ertesi gün tekrar hayata dönülebilen bir intihar seklidir...
Boktan bir şey olursa unutmak için içersin,iyi bir şey olursa kutlamak için hiçbir şey olmamışsa olsun diye içersin .
İnsanların hakkımda ne düşündüğünü önemsemeyerek hayatimi on yıl uzattım.
İnsanların yanında mutlu değilim, yeterince içersem kayboluyorlar.
Kimsenin ıstırabı olması gerektiğinden fazla değildir.
Sarhoş olmayı hep sevmeye karar verdim. Sıradanlığı alıp götürüyordu, sıradanlıktan yeterince sık uzaklaşabilirsen sıradan olmazdın belki.
Hayata bir daha gelsem kedi olmak isterdim, bütün gün yer,içer,kıçımı yalayıp uyurdum
Hayatım boyunca arıların, kelebeklerin ilgi gösterdiği bir çiçek olmak istedim amahep sineklerin konduğu b*k oldum
...benim hakkımda bir şey biliyordu. Bütün ahlaksız öykülerime rağmen, o tecavüzcü krurkun altında ahlakçı birinin yattığını...
Kader tanrıçasının zalim olduğu ve sonunda hepimizin posasını çıkaracağı doğru; ama sıkı, ölümsüz bir kaybedenden daha yıldırıcı hiçbir şey yoktur. İşin sırrı şunda yatıyor; herkes kaybedebilir, kaybetmek yeteneklerin en kolayıdır.
Yakası saçaklı süet bir kovboy ceketi giymişti lydia vance. "püsküllerini parçalamak isterdim" dedim ona, "oradan başlayabiliriz". Lydia gitti, işe yaramamıştı. Hiç bir zaman bilemedim kadınlara ne diyeceğimi. Ama kıçı güzeldi. Benden uzaklaşan o harikulade kıçı seyrettim.
Babamın evinde dolanıyorum (20 yıl aynı işte çalışıp hâlâ 8.000 dolar borçlu olduğu evde) ve ölü ayakkabılarına bakıyorum ayaklarının deriye verdiği şekle, öfkeyle gül fidanları dikiyormuşçasına, dikiyordu da, ve sönmüş sigarasına bakıyorum, son sigarasına ve o gece uyuduğu son yatağa, ve yatağını düzeltmek geliyor içimden ama yapamam, çünkü bir baba öldükten sonra bile hep evin efendisidir; sanırım böyle şeyler defalarca yaşanmıştır ama elimde değil düşünüyorum.
... Hakkımda yazılanlara gelince; bazı tanıtma yazıları, makaleler,bir kitap ve bibliyografi sayılabilir;ancak onlar bu duvarın arkasındaki dolapta birlerdeler ve şimdi gidip ararsam terler ve sıkılırım.siz de bunu istemezsiniz biliyorum.sağ olun. Ayrıca daktilo ve imla yanlışları için özür dilerim. İkisine de hiçbir zaman ilgi duyamadım...
Yazar olmak, enfes güzellikte bir kadınla sevişip üstüne para almak gibi bir şey.
İlgi duymuyordum.hiçbir şeye ilgi duymuyordum.nasıl kaçabileceğime dair fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de..mümkündü..sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum.gidecek yerim yoktu ama..intihar?.. Tanrım,çaba gerektiriyordu.. Beş yıl uyumak isterdim ama izin vermezlerdi.
İki haftada 60 kadar şiir yazmıştım ama onları ne yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Elime şiir dergilerinin bir listesi geçti. İçlerinden biri wheeler, texas bölgesindeydi. Tamam, asmalar içinde bir villada yaşayan, kanarya yetiştiren yaşlı bir kadının çıkardığı o tür dergilerden biri olsa gerek, bu şiirler onun panikmetre ibresini zıplatır diye düşündüm. Şiirleri postalayıp aklımdan sildim. Dahi olduğumu ilan eden övgü dolu şişkin bir mektup aldım. İşler iyi gidiyordu. Yanıtladım. Harlequin dergisi bir sayısını tümüyle benim şiirlerime ayırdı. Yazışmaya deVam ettik. Beni ziyarete geldi. Oldukça çekici, sarışın bir kızdı. Evlendik ve texas'a gittik. Milyoner bir ailenin kızı olduğunu orda öğrendim. Evliliğimiz iki buçuk yıl sürdü.
Tahammül edilemeyecek kadar sıkıcı insanlardı sanatçılar, dar görüşlü, başarılı olmuşlarsa ne kadar kötü olurlarsa olsunlar büyüklüklerine inanıyorlardı. Başarılı olmamışlarsa ne kadar kötü olurlarsa olsunlar yine inanıyorlardı büyüklüklerine. Başarılı olamamışlarsa suç başkasındaydı. Yeteneksiz olabilecekleri hiç gelmiyordu akıllarına; berbat bile olsalar dehalarına güvenleri tamdı. Ve her zaman küçük kıçları şöhret'le verniklenmeden mezarı boylamış bir van gogh ya da mozart için berbat işler kusan 50.000 çekilmez geri zekalı vardı. Sadece iyiler bırakabiliyordu oyunu -rimbaud gibi, rossini gibi.
Gülmenin moda olduğu bir devirde ağlıyorum, genç olmanın moda olduğu bir devirde yaslıyım, seni sevmenin daha az cesaret istediği bir devirde senden nefret ediyorum.
Korktukları için entelektüelleşir insanlar, ümitlerini yitirdikleri için değil ve korkmakla ümitsiz olmak arasındaki fark bir entelektüeldir.
Bizzat insan ırki üzerine yazarken bile onlardan uzak kaldığımda kendimi daha iyihissediyorum; iki santim uzakta olmak bile iyidir,iki mil uzakta olmak harika,iki bin mil uzakta olmaksa mükemmel ….
***
sürünerek giriyor cehennem penceremden,
hiç ses çıkarmadan
odama dalıyor,
şapkasını çıkarıp
karşımdaki kanepeye yerleşiyor
gülüyorum
sonra çalışma lambam masadan aşağı yuvarlanıyor
yere çarpmak üzereyken yakalıyor ve biramı
üzerime döküp 'Allah kahretsin!' diye söyleniyorum
başımı kaldırıp baktığımda,yok
gitmiş orospu
çocuğu-acaba
sana bakmaya mı,
dostum?
***
en iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
sırf uzaklaşmak için,
ve geride kalanlar
birinin onlardan
uzaklaşmayı neden isteyebileceğini
bir türlü tam olarak anlayamazlar..
***
geceden kalma viski şişesinin
kokusuyla uyandım.
keskin..
son kalan yudumu içtim.
sarı sarı tükürdüm lavaboya
sonra christine aradı
eve çağırdım
bir güzel düzüştük
ağzına falan boşaldım
canim sikildi.
christine gitti
ve yine yalnızım
bir viski şişesi ve bir paket sigara daha açtım
yayınevinden George’a yazı yetiştirmem gerekti
aradım, süreyi uzattım.
sonra işedim
yine canim sikildi.
bu sefer marianna'yi çağırdım
onun da götüne boşaldım
bu sıralar çok sık sevişiyorum
ama yine de
yalnız hissediyorum
viski bitti.
markete gidiyorum.
***
EN KISA ANDIR MUCİZE
yalnız kalmaktan daha kötü
şeyler de vardır hayatta
ama genellikle
bir ömür alır bunun
farkına varmak
o zaman da
çok geçtir
ve çok geçten
daha kötü
bir şey yoktur
hayatta.
***
çığırtkanlar, rahibeler,
bakkal çırakları
ve senin için bir şey...
bizim her şeyimiz var ve hiçbir şeyimiz yok
bazı erkekler bunu kilisede yaparlar,
bazı erkekler kelebekleri ikiye bölerek
bazı erkekler de palm springs’de
cadillac ruhlu kaymak sarışınlara
kayarak
cadillac’lar ve kelebekler
her şey ve hiçbir şey,
Katolik Yortusu’ndakilerin birinde
son nefese eriyen yüz.
çığırtkanlar, rahibeler,
bakkal çırakları ve senin için bir şey var...
sabahın sekizinde bir şey, kütüphanede bir şey
nehirde bir şey,
her şey ve hiçbir şey.
mezbahada tavan boyunca
bir kancaya asılı gelir, ve sallarsın onu –
bir
iki
üç
sonra yakalarsın, 200 dolar değerinde
et, kemikleri senin kemiklerine yaslanmış
bir şey ve hiçbir şey.
ölmek için hep yeterince erkendir ve
daima fazla geç,
ve beyaz lavaboda kan denemesi
sana hiçbir şey anlatmaz
ve mezar kazıcıları sabah 5 kahvesiyle
poker oynarlar, otların donu kırmasını
beklerken...
sana hiçbir şey söylemezler.
her şeyimiz var ve hiçbir şeyimiz yok –
cam kenarlı günler ve nehir yosunlarının
akıl almaz leş kokusu – boktan daha berbat;
damalı hamle ve karşı-hamle günleri,
tükenmiş merak, yenilgi de anlamlı
zafer kadar; katır misali ağır günler
gevrek bir griye bulanmış
ve kafese kapatılmış
alakarga ve çit kuşlarının arasında oturan bir kaçığın
sokağında
somurtkan, güneş-çarpmış ve posası çıkmış,
yük taşıyan katır misali.
iyi günler de var şaraplı ve bağırtılı, ara sokaklarda
kavgalı, kasıklarında inleyerek dolanan kadınların
şişman bacakları,
boğa döğüşü arenalarında,
capri ana diye yırtınan elmaslar misali tabelalar,
yerde biten ve sana
ölü orduları seni soyup soğana çeviren aşkları unutmanı
söyleyen menekşeler.
çocukların;
vücutları hala mesaj iletip hissedebilecek,
kilitler maaşlar idealler mallar ve böcek – gibi fikirler
olmaksızın bir aşağı bir yukarı koşturabilecek kadar
canlıyken sana vücutlarından mesaj yollamaya çalışan
vahşiler misali
komik ve zekice şeyler söylediği günler.
kapısı kilitli yeşil ir odada
bütün gün ağlayabileceğin günler,
bacakları uzun olduğu için ekmekçiye
gülebildiğin günler, çitlere
baktığın günler...
ve hiçbir şey, hiçbir şey, patronların
günleri, nefesi kokan büyük ayaklı
sarı adamlar, kurbağalara
benzeyen adamlar, sırtlanlara benzeyen, melodi hiç
icat edilmemiş
gibi yürüyen adamlar, iş verip işten atıp
kar etmenin zekice olduğunu düşünen adamlar,
masraflı karılarını, oyulacak ya da fiyaka satılacak
yada beceriksizliklerinden duvarla ayrılacak
60 dönümlük bir arazi gibi sahiplenen
adamlar, manyak oldukları için
seni öldürebilecek ve yasaya uyduğu için
haklı çıkabilecek adamlar, 10 metre genişliğinde
pencerelerin önünde durup da bir bok göremeyen adamlar,
lüks yatlarıyla dünyayı gezebilen
ama yine de yelek ceplerinden çıkamayan
adamlar, salyangoz gibi adamlar, yılanbalığı gibi, sümüklü
böcek gibi, ve sümük gibi...
ve hiçbir şey, bir limanda, bir fabrikada,
hastanede, bir uçak fabrikasında, atari salonunda,
berber dükkanında, zaten istemediğin
bir işte son maaşını alman.
gelir vergisi, hastalık, köleleşme, kırılmış
kollar, kırılmış kafalar – bütün içine doldurulanlar
eski bir yastık misali dökülür.
bir şeyimiz var ve hiçbir şeyimiz yok.
kimisi bir süre idare edecek kadar takılır
ve sonra bırakır. şöhrete kapılırlar, iğrenirler
yaşlanırlar yada kötü beslenirler yada
gözleri bozulur veya çocukları vardır kolejde
belki yeni arabadır sebep yada İsviçre’de kayak yaparken
belleri kırılmıştır veya yani politikalardır yada yeni eşler
yada sadece doğal değişim ve çürümedir –
dün on raund boyunca yumruk salladığını
yada üç gün üç gece sawtooth dağlarının eteklerinde içki içtiğini
bildiğin adam
şimdi bir yorganın veya bir haçın
yada bir mezar taşının altında
veya kolay bir hayalin etkisine kapılmış,
yada bir İncil taşır yanında veya bir golf çantası yada
evrak çantası: nasıl da değişirler, nasıl da! – hiç
değişmez sandığın herkes.
böyle günler. senin bugünün gibi.
belki de pencerendeki yağmur
sana ulaşmaya çalışıyor. ne görüyorsun bugün?
ne var? neredesin? en iyi
günler bazen ilk günlerdir, bazen
ortadakiler ve hatta bazen de sonuncular.
boş arsalar fena değildir, kartpostallardaki
avrupa kiliseleri idare eder. balmumu müzelerinde
en üstün kısırlıklarında dondurulmuş insanlar
idare eder, korkunçturlar ama idare ederler. bilardoda sayıyı
düşün, bilardo sayısını, ve kahvaltıda yediğin
tostu, yeterince sıcak kahveyi, dilin
hala yerindedir, bilirsin. pencerenin dışında
üç tane sardunya, kırmızı olmaya çalışırlar
ve pembe olmaya ve sardunya olmaya. elbette kadınlar bazen
ağlar, elbette yokuşu çıkmak istemez
katırlar. Detroit’te bir otel odasında
sigara mı aranıyorsun? güzel bir
gün daha. birazcığı. ve vardiyaları biten
canlarına yetmiş hemşireler binadan çıkarken, sekiz hemşire
hepsinin adı ve gideceği yer
farklı – avluda yürürler, kimi kakaosunu ve gazetesini,
kimi sıcak bir banyo ister, kimi de bir erkek, kimi
hiçbir şeyi düşünmüyordur. yeterli
ve yetersiz. arklar ve hacılar, portakallar
su olukları, eğreltiotları, antikorlar, kağıt mendil
kutuları.
en harbisinden bazen güneşte
amforaların hafif tütsü hissi
ve eski savaş uçaklarının konservelenmiş sesleri vardır
ve içeri girip parmağını
pencerenin kenarına sürsen toza
bulanır, belki de toprağa.
ve dışarı bakarsan pencereden
gün orada olacaktır, ve
yaşlandıkça bakmaya devam edersin
devam edersin
dilin biraz içeri çekilir
ah ah hayır hayır belki
bazıları doğal yapar bunu
bazıları müstehcen bir tarzda
her yerde.
***
"ONLAR VE BİZ"
ön balkonda oturmuş
konuşuyorlardı:
hemingway, faulkner, t.s. elliot,
ezra pound, hamsun, wally stevens,
e.e. cummings ve birkaçı daha.
“baksana” dedi annem “şunları
susturamaz mısın?”
“hayır,” dedim.
“boş konuşuyorlar,” dedi
babam, “kendilerine iş bulsalar
iyi ederler.”
“işleri var
onların,” dedim.
“bok var,” dedi
babam.
“kesinlikle,”
dedim.
faulkner girdi içeri
sendeleyerek
dolapta bir şişe viski buldu
ve sendeleyerek çıktı.
“korkunç bir insan,” dedi
annem.
sonra kalkıp
balkonu gözetledi.
“bir de kadın var aralarında,” dedi, “ama
daha çok erkeğe benziyor.”
“gertrude o,”
dedim.
“kasılıp duran biri var
bir de,” dedi, “üç kişiyi birden
marizleyebileceğini söylüyor.”
“o ernie,” dedim.
“ve sen,” dedi babam, “onlar gibi
olmak istiyorsun, öyle mi?”
“onlar gibi değil,” dedim, “onlardan
biri.”
“lanet bir iş bulacaksın
kendine, anladın mı?”
“kapa çeneni,” dedim.
“ne?”
“’kapa çeneni’dedim, bu adamları
dinliyorum.”
babam karısına baktı:
“bundan böyle
oğlum yok benim!”
“umarım,” dedi annem.
faulkner sendeleyerek girdi içeri
yine.
“telefon nerde?” diye sordu.
“n’apıcan telefonu?” dedi
babam.
“biraz önce ernie çifteyle beynini
dağıttı,” dedi.
“gördün mü bu adamların başına
ne geldiğini?” diye bağırdı
babam.
yerimden
yavaşça kalkıp
bill’e telefonun yerini
gösterdim.
***
aynı kadınla iki kez
evlenerek hayatımı mahvettim'demiş
william saroyan.
hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler
her zaman vardır,
william,
neyin veya kimin
bizi önce
bulduğuna
bakar,
mahvolmaya hep
hazırızdır.
mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.
ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intiharların,ayyaşların,hapisane
kuşlarının,uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin.
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının.
***
ONLAR, HEPSİ, BİLİRLER
paris'in kaldırım ressamlarına sor
uyuyan bir köpeğin üstündeki güneş ışığına sor
üç domuza sor
gazeteci çocuğa sor
donizetti'nin müziğine sor
berbere sor
katile sor
duvara yaslanmış adama sor
vaize sor
dolap yapanlara sor
cepçiye sor ya da rehinciye
ya da cam üfleyen ustaya
veya gübre tüccarına ya da dişçiye sor
devrimciye sor
kafasını aslanın ağzına sokan adama sor
sıradaki atom bombasını atacak
adama sor
kendini isa sanan adama sor
gece eve dönen bülbüle sor
röntgenciye sor
kanserden ölmekte olan adama sor
banyo yapma ihtiyacı olan adama sor
tek bacaklı adama sor
köre sor
peltek konuşana sor
afyon çekene sor
elleri titreyen cerraha sor
üzerinde yürüdüğün yapraklara sor
tecavüzcüye sor ya da
tramvay görevlisine
veya bahçesinde eğreltiotlarını yolan
yaşlı adama sor
tefecinin birine sor
pire eğiticisine sor
ateş yiyene sor
bulabileceğin en sefil adama
en sefil anında sor
bir judo hocasına sor
fil sürücüsüne sor
cüzzamlının birine, müebbet mahkûmuna, veremliye sor
tarih öğretmenine sor
tırnaklarının arasını hiç temizlemeyen adama sor
palyaçonun birine ya da gün ışığında ilk gördüğün
yüze sor
babana sor
oğluna sor ve onun
gelecekteki oğluna
bana sor
bir kesekağıdındaki yanmış ampule sor
baştan çıkmışa, lanetlenmişe, aptala
bilgeye, köleye sor
tapınakları inşa edenlere sor
hiç ayakkabı giymemiş adamlara sor
isa'ya sor
aya sor
dolaptaki gölgelere sor
güveye sor, keşişe, deliye
new yorker dergisine karikatür çizen adama sor
süs balığına sor
tap-dansa sallanan eğreltiotuna sor
hindistan haritasına sor
şefkatli bir yüze sor
yatağının altında saklanan adama sor
bu dünyada en çok nefret ettiğin
insana sor
dylan thomas'la içen adama sor
jack sharkey'nin eldivenlerini bağlayan adama sor
kahve içen üzgün-suratlı adama sor
muslukçuya sor
her gece rüyasında
deve kuşları gören adama sor
hilkat garibesi şovlarında bilet kontrol edene sor
kalpazana sor
ara sokağın birinde
üstüne gazete örtmüş uyuyan adama sor
ülkeleri ve gezegenleri fethedenlere sor
yeni parmağını kesmiş adama sor
incilin arasındaki sayfa işaretine sor
telefon çalarken çeşmeden damlayan suya sor
yalancı şahitliğe sor
koyu mavi boyaya sor
paraşütçüye sor
karnı ağrıyan adama sor
yüzmekte olan besili kutsal göze sor
pahalı kolejde dar pantolon giyen
çocuğa sor
küvette ayağı kayana sor
köpekbalığının yediği adama sor
bana eşi farklı eldivenleri satana sor
bunların hepsine ve benim saymadıklarıma sor
ateşe sor ateşe ateşe-
yalancılara bile sor
ne zaman istersen dilediğine sor
hangi gün istersen yağmurda
karda ya da sıcaktan sararmış bir verandaya çıktığında sor
buna sor şuna sor saçında kuş pisliği olan adama sor
hayvanlara eziyet edene sor
ispanya'da bir sürü boğa doğuşu izlemiş adama sor
yeni cadillac'ların sahiplerine sor
şöhretlere sor
sıkılgana sor
albinoya sor ve devlet adamına
ev sahiplerine ve bilardo oynayanlara sor
yapmacıklı insanlara sor
kiralık katillere keltoşa sor
şişmana uzun boyluya ve bodura sor tek-gözlü adama,
sekse düşkün olana ve olmayana sor
bütün gazete başyazılarını okuyan adamlara sor
gül yetiştirenlere sor
neredeyse hiç acı çekmeyen adamlara sor
ölüm döşeğindekilere sor
avlusundaki çimleri biçenlere ve futbol maçlarına gidenlere sor
bunların herhangi birine ya da hepsine sor
sor sor sor
hepsi şöyle diyecektir;
bir erkek, trabzana yaslanmış dırdır eden bir kadına asla tahammül edemez.
***
YOUNG IN NEW ORLEANS
starving there, sitting around the bars,
and at night walking the streets for
hours,
the moonlight always seemed fake
to me, maybe it was,
and in the french quarter i watched
the horses and buggies going by,
everybody sitting high in the open
carriages, the black driver, and in
back the man and the woman,
usually young and always white.
and i was always white.
and hardly charmed by the
world.
new orleans was a place to
hide.
i could piss away my life,
unmolested.
except for the rats.
the rats in my dark small room
very much resented sharing it
with me.
they were large and fearless
and stared at me with eyes
that spoke
an unblinking
death.
women were beyond me.
they saw something
depraved.
there was one waitress
a little older than
i, she rather smiled,
lingered when she
brought my
coffee.
that was plenty for
me, that was
enough.
there was something about
that city, though
it didn't let me feel guilty
that i had no feeling for the
things so many others
needed.
it let me alone.
sitting up in my bed
the llights out,
hearing the outside
sounds,
lifting my cheap
bottle of wine,
letting the warmth of
the grape
enter
me
as i heard the rats
moving about the
room,
i preferred them
to
humans.
being lost,
being crazy maybe
is not so bad
if you can be
that way
undisturbed.
new orleans gave me
that.
nobody ever called
my name.
no telephone,
no car,
no job,
no
anything.
me and the
rats
and my youth,
one time,
that time
i knew
even through the
nothingness,
it was a
celebration
of something not to
do
but only
know.
***
MY COMPUTER
"what?" they say, "you got a
computer?"
it's like i have sold out to
the enemy.
i had no idea so many
people were prejudiced
against
computers.
even two editors have
written me letters about
the computer.
one disparaged the
computer in a mild and
superior way.
the other seemed
genuinely
pissed.
i am aware that a
computer can't create
a poem.
but neither can a
typewriter.
yet, still, once or
twice a week
i hear:
"what?
you have a
computer?
you?"
yes, i do
and i sit up here
almost every
night,
sometimes with
beer or
wine,
sometimes
without
and i work the
computer.
the damn thing
even corrects
my spelling.
and the poems
come flying
out,
better than
ever.
i have no
idea what causes
all this
computer
prejudice.
me?
i want to go
the next step
beyond the
computer.
i'm sure it's
there.
and when i get
it,
they'll say,
"hey, you hear,
chinaski got a
space-biter!"
"what?"
"yes, it's true!"
"i can't believe
it!"
and i'll also have
some beer or
some wine
or maybe nothing
at all
and i'll be
85 years old
driving it home
to
you and me
and to the little girl
who lost her
sheep.
or her
computer.
***
the secret of my endurance"
i still get letters in the mail, mostly from cracked-up
men in tiny rooms with factory jobs or no jobs who are
living with whores or no woman at all, no hope, just
booze and madness.
most of their letters are on lined paper
written with an unsharpened pencil
or in ink
in tiny handwriting that slants to the
left
and the paper is often torn
usually halfway up the middle
and they say they like my stuff,
i've written from where it's at, and
they recognize that. truly, i've given them a second
chance, some recognition of where they're at.
it's true, i was there, worse off than most
of them.
but i wonder if they realize where their letters
arrive?
well, they are dropped into a box
behind a six-foot hedge with a long driveway leading
to a two car garage, rose garden, fruit trees,
animals, a beautiful woman, mortgage about half
paid after a year, a new car,
fireplace and a green rug two-inches thick
with a young boy to write my stuff now,
i keep him in a ten-foot cage with a
typewriter, feed him whiskey and raw whores,
belt him pretty good three or four times
a week.
i'm 59 years old now and the critics say
my stuff is getting better than ever.
Son kuruşuna kadar oynamıyorsan asıl mesele para değildir.
Siz dünyayı kurtarın , bende nasıl kurtardığınızı yazayım.
Kapitalizm komünizmi yendi. Şimdide kendini yiyor.
Kadınlar her yere yanlarında aynayla gitmekten vazgeçtiklerinde bana kadınhaklarından söz edebilirler belki.
Birkaç kişinin gücü, ruhu, ateşi, cesareti ve kumarıyla insanlık boğulmaktankurtulabilir.
Yaşam az sayıdaki kadına hoş bir zarafet vermiş, kalanını da görmezlikten gelmiş.
Anlıyorum ki bilgisayarım beni taş**klarımdan kavramış durumda. Bu isi çözmem lazım.
Dünya, yazarların yokluğuna, kanalizasyonların yokluğundan daha çabuk alışır.
Hemen herkes dahi doğar, geri zekalı gömülür.
Tabii ki bir insanı sevebilirsiniz, eğer onu yeterince tanımıyorsanız.
Para seks gibidir olmayınca önemi artar.
Sabaha karşı 2’den sonra kimse çirkin değildir.
Yalan söyluyorum ama inan bana bu doğru.
Bence içmek,her gün tekrarlanılabilen ve ertesi gün tekrar hayata dönülebilen bir intihar seklidir...
Boktan bir şey olursa unutmak için içersin,iyi bir şey olursa kutlamak için hiçbir şey olmamışsa olsun diye içersin .
İnsanların hakkımda ne düşündüğünü önemsemeyerek hayatimi on yıl uzattım.
İnsanların yanında mutlu değilim, yeterince içersem kayboluyorlar.
Kimsenin ıstırabı olması gerektiğinden fazla değildir.
Sarhoş olmayı hep sevmeye karar verdim. Sıradanlığı alıp götürüyordu, sıradanlıktan yeterince sık uzaklaşabilirsen sıradan olmazdın belki.
Hayata bir daha gelsem kedi olmak isterdim, bütün gün yer,içer,kıçımı yalayıp uyurdum
Hayatım boyunca arıların, kelebeklerin ilgi gösterdiği bir çiçek olmak istedim amahep sineklerin konduğu b*k oldum
...benim hakkımda bir şey biliyordu. Bütün ahlaksız öykülerime rağmen, o tecavüzcü krurkun altında ahlakçı birinin yattığını...
Kader tanrıçasının zalim olduğu ve sonunda hepimizin posasını çıkaracağı doğru; ama sıkı, ölümsüz bir kaybedenden daha yıldırıcı hiçbir şey yoktur. İşin sırrı şunda yatıyor; herkes kaybedebilir, kaybetmek yeteneklerin en kolayıdır.
Yakası saçaklı süet bir kovboy ceketi giymişti lydia vance. "püsküllerini parçalamak isterdim" dedim ona, "oradan başlayabiliriz". Lydia gitti, işe yaramamıştı. Hiç bir zaman bilemedim kadınlara ne diyeceğimi. Ama kıçı güzeldi. Benden uzaklaşan o harikulade kıçı seyrettim.
Babamın evinde dolanıyorum (20 yıl aynı işte çalışıp hâlâ 8.000 dolar borçlu olduğu evde) ve ölü ayakkabılarına bakıyorum ayaklarının deriye verdiği şekle, öfkeyle gül fidanları dikiyormuşçasına, dikiyordu da, ve sönmüş sigarasına bakıyorum, son sigarasına ve o gece uyuduğu son yatağa, ve yatağını düzeltmek geliyor içimden ama yapamam, çünkü bir baba öldükten sonra bile hep evin efendisidir; sanırım böyle şeyler defalarca yaşanmıştır ama elimde değil düşünüyorum.
... Hakkımda yazılanlara gelince; bazı tanıtma yazıları, makaleler,bir kitap ve bibliyografi sayılabilir;ancak onlar bu duvarın arkasındaki dolapta birlerdeler ve şimdi gidip ararsam terler ve sıkılırım.siz de bunu istemezsiniz biliyorum.sağ olun. Ayrıca daktilo ve imla yanlışları için özür dilerim. İkisine de hiçbir zaman ilgi duyamadım...
Yazar olmak, enfes güzellikte bir kadınla sevişip üstüne para almak gibi bir şey.
İlgi duymuyordum.hiçbir şeye ilgi duymuyordum.nasıl kaçabileceğime dair fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de..mümkündü..sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum.gidecek yerim yoktu ama..intihar?.. Tanrım,çaba gerektiriyordu.. Beş yıl uyumak isterdim ama izin vermezlerdi.
İki haftada 60 kadar şiir yazmıştım ama onları ne yapmam gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Elime şiir dergilerinin bir listesi geçti. İçlerinden biri wheeler, texas bölgesindeydi. Tamam, asmalar içinde bir villada yaşayan, kanarya yetiştiren yaşlı bir kadının çıkardığı o tür dergilerden biri olsa gerek, bu şiirler onun panikmetre ibresini zıplatır diye düşündüm. Şiirleri postalayıp aklımdan sildim. Dahi olduğumu ilan eden övgü dolu şişkin bir mektup aldım. İşler iyi gidiyordu. Yanıtladım. Harlequin dergisi bir sayısını tümüyle benim şiirlerime ayırdı. Yazışmaya deVam ettik. Beni ziyarete geldi. Oldukça çekici, sarışın bir kızdı. Evlendik ve texas'a gittik. Milyoner bir ailenin kızı olduğunu orda öğrendim. Evliliğimiz iki buçuk yıl sürdü.
Tahammül edilemeyecek kadar sıkıcı insanlardı sanatçılar, dar görüşlü, başarılı olmuşlarsa ne kadar kötü olurlarsa olsunlar büyüklüklerine inanıyorlardı. Başarılı olmamışlarsa ne kadar kötü olurlarsa olsunlar yine inanıyorlardı büyüklüklerine. Başarılı olamamışlarsa suç başkasındaydı. Yeteneksiz olabilecekleri hiç gelmiyordu akıllarına; berbat bile olsalar dehalarına güvenleri tamdı. Ve her zaman küçük kıçları şöhret'le verniklenmeden mezarı boylamış bir van gogh ya da mozart için berbat işler kusan 50.000 çekilmez geri zekalı vardı. Sadece iyiler bırakabiliyordu oyunu -rimbaud gibi, rossini gibi.
Gülmenin moda olduğu bir devirde ağlıyorum, genç olmanın moda olduğu bir devirde yaslıyım, seni sevmenin daha az cesaret istediği bir devirde senden nefret ediyorum.
Korktukları için entelektüelleşir insanlar, ümitlerini yitirdikleri için değil ve korkmakla ümitsiz olmak arasındaki fark bir entelektüeldir.
Bizzat insan ırki üzerine yazarken bile onlardan uzak kaldığımda kendimi daha iyihissediyorum; iki santim uzakta olmak bile iyidir,iki mil uzakta olmak harika,iki bin mil uzakta olmaksa mükemmel ….
***
sürünerek giriyor cehennem penceremden,
hiç ses çıkarmadan
odama dalıyor,
şapkasını çıkarıp
karşımdaki kanepeye yerleşiyor
gülüyorum
sonra çalışma lambam masadan aşağı yuvarlanıyor
yere çarpmak üzereyken yakalıyor ve biramı
üzerime döküp 'Allah kahretsin!' diye söyleniyorum
başımı kaldırıp baktığımda,yok
gitmiş orospu
çocuğu-acaba
sana bakmaya mı,
dostum?
***
en iyilerimizin sonu genellikle kendi ellerinden olur
sırf uzaklaşmak için,
ve geride kalanlar
birinin onlardan
uzaklaşmayı neden isteyebileceğini
bir türlü tam olarak anlayamazlar..
***
geceden kalma viski şişesinin
kokusuyla uyandım.
keskin..
son kalan yudumu içtim.
sarı sarı tükürdüm lavaboya
sonra christine aradı
eve çağırdım
bir güzel düzüştük
ağzına falan boşaldım
canim sikildi.
christine gitti
ve yine yalnızım
bir viski şişesi ve bir paket sigara daha açtım
yayınevinden George’a yazı yetiştirmem gerekti
aradım, süreyi uzattım.
sonra işedim
yine canim sikildi.
bu sefer marianna'yi çağırdım
onun da götüne boşaldım
bu sıralar çok sık sevişiyorum
ama yine de
yalnız hissediyorum
viski bitti.
markete gidiyorum.
***
EN KISA ANDIR MUCİZE
yalnız kalmaktan daha kötü
şeyler de vardır hayatta
ama genellikle
bir ömür alır bunun
farkına varmak
o zaman da
çok geçtir
ve çok geçten
daha kötü
bir şey yoktur
hayatta.
***
çığırtkanlar, rahibeler,
bakkal çırakları
ve senin için bir şey...
bizim her şeyimiz var ve hiçbir şeyimiz yok
bazı erkekler bunu kilisede yaparlar,
bazı erkekler kelebekleri ikiye bölerek
bazı erkekler de palm springs’de
cadillac ruhlu kaymak sarışınlara
kayarak
cadillac’lar ve kelebekler
her şey ve hiçbir şey,
Katolik Yortusu’ndakilerin birinde
son nefese eriyen yüz.
çığırtkanlar, rahibeler,
bakkal çırakları ve senin için bir şey var...
sabahın sekizinde bir şey, kütüphanede bir şey
nehirde bir şey,
her şey ve hiçbir şey.
mezbahada tavan boyunca
bir kancaya asılı gelir, ve sallarsın onu –
bir
iki
üç
sonra yakalarsın, 200 dolar değerinde
et, kemikleri senin kemiklerine yaslanmış
bir şey ve hiçbir şey.
ölmek için hep yeterince erkendir ve
daima fazla geç,
ve beyaz lavaboda kan denemesi
sana hiçbir şey anlatmaz
ve mezar kazıcıları sabah 5 kahvesiyle
poker oynarlar, otların donu kırmasını
beklerken...
sana hiçbir şey söylemezler.
her şeyimiz var ve hiçbir şeyimiz yok –
cam kenarlı günler ve nehir yosunlarının
akıl almaz leş kokusu – boktan daha berbat;
damalı hamle ve karşı-hamle günleri,
tükenmiş merak, yenilgi de anlamlı
zafer kadar; katır misali ağır günler
gevrek bir griye bulanmış
ve kafese kapatılmış
alakarga ve çit kuşlarının arasında oturan bir kaçığın
sokağında
somurtkan, güneş-çarpmış ve posası çıkmış,
yük taşıyan katır misali.
iyi günler de var şaraplı ve bağırtılı, ara sokaklarda
kavgalı, kasıklarında inleyerek dolanan kadınların
şişman bacakları,
boğa döğüşü arenalarında,
capri ana diye yırtınan elmaslar misali tabelalar,
yerde biten ve sana
ölü orduları seni soyup soğana çeviren aşkları unutmanı
söyleyen menekşeler.
çocukların;
vücutları hala mesaj iletip hissedebilecek,
kilitler maaşlar idealler mallar ve böcek – gibi fikirler
olmaksızın bir aşağı bir yukarı koşturabilecek kadar
canlıyken sana vücutlarından mesaj yollamaya çalışan
vahşiler misali
komik ve zekice şeyler söylediği günler.
kapısı kilitli yeşil ir odada
bütün gün ağlayabileceğin günler,
bacakları uzun olduğu için ekmekçiye
gülebildiğin günler, çitlere
baktığın günler...
ve hiçbir şey, hiçbir şey, patronların
günleri, nefesi kokan büyük ayaklı
sarı adamlar, kurbağalara
benzeyen adamlar, sırtlanlara benzeyen, melodi hiç
icat edilmemiş
gibi yürüyen adamlar, iş verip işten atıp
kar etmenin zekice olduğunu düşünen adamlar,
masraflı karılarını, oyulacak ya da fiyaka satılacak
yada beceriksizliklerinden duvarla ayrılacak
60 dönümlük bir arazi gibi sahiplenen
adamlar, manyak oldukları için
seni öldürebilecek ve yasaya uyduğu için
haklı çıkabilecek adamlar, 10 metre genişliğinde
pencerelerin önünde durup da bir bok göremeyen adamlar,
lüks yatlarıyla dünyayı gezebilen
ama yine de yelek ceplerinden çıkamayan
adamlar, salyangoz gibi adamlar, yılanbalığı gibi, sümüklü
böcek gibi, ve sümük gibi...
ve hiçbir şey, bir limanda, bir fabrikada,
hastanede, bir uçak fabrikasında, atari salonunda,
berber dükkanında, zaten istemediğin
bir işte son maaşını alman.
gelir vergisi, hastalık, köleleşme, kırılmış
kollar, kırılmış kafalar – bütün içine doldurulanlar
eski bir yastık misali dökülür.
bir şeyimiz var ve hiçbir şeyimiz yok.
kimisi bir süre idare edecek kadar takılır
ve sonra bırakır. şöhrete kapılırlar, iğrenirler
yaşlanırlar yada kötü beslenirler yada
gözleri bozulur veya çocukları vardır kolejde
belki yeni arabadır sebep yada İsviçre’de kayak yaparken
belleri kırılmıştır veya yani politikalardır yada yeni eşler
yada sadece doğal değişim ve çürümedir –
dün on raund boyunca yumruk salladığını
yada üç gün üç gece sawtooth dağlarının eteklerinde içki içtiğini
bildiğin adam
şimdi bir yorganın veya bir haçın
yada bir mezar taşının altında
veya kolay bir hayalin etkisine kapılmış,
yada bir İncil taşır yanında veya bir golf çantası yada
evrak çantası: nasıl da değişirler, nasıl da! – hiç
değişmez sandığın herkes.
böyle günler. senin bugünün gibi.
belki de pencerendeki yağmur
sana ulaşmaya çalışıyor. ne görüyorsun bugün?
ne var? neredesin? en iyi
günler bazen ilk günlerdir, bazen
ortadakiler ve hatta bazen de sonuncular.
boş arsalar fena değildir, kartpostallardaki
avrupa kiliseleri idare eder. balmumu müzelerinde
en üstün kısırlıklarında dondurulmuş insanlar
idare eder, korkunçturlar ama idare ederler. bilardoda sayıyı
düşün, bilardo sayısını, ve kahvaltıda yediğin
tostu, yeterince sıcak kahveyi, dilin
hala yerindedir, bilirsin. pencerenin dışında
üç tane sardunya, kırmızı olmaya çalışırlar
ve pembe olmaya ve sardunya olmaya. elbette kadınlar bazen
ağlar, elbette yokuşu çıkmak istemez
katırlar. Detroit’te bir otel odasında
sigara mı aranıyorsun? güzel bir
gün daha. birazcığı. ve vardiyaları biten
canlarına yetmiş hemşireler binadan çıkarken, sekiz hemşire
hepsinin adı ve gideceği yer
farklı – avluda yürürler, kimi kakaosunu ve gazetesini,
kimi sıcak bir banyo ister, kimi de bir erkek, kimi
hiçbir şeyi düşünmüyordur. yeterli
ve yetersiz. arklar ve hacılar, portakallar
su olukları, eğreltiotları, antikorlar, kağıt mendil
kutuları.
en harbisinden bazen güneşte
amforaların hafif tütsü hissi
ve eski savaş uçaklarının konservelenmiş sesleri vardır
ve içeri girip parmağını
pencerenin kenarına sürsen toza
bulanır, belki de toprağa.
ve dışarı bakarsan pencereden
gün orada olacaktır, ve
yaşlandıkça bakmaya devam edersin
devam edersin
dilin biraz içeri çekilir
ah ah hayır hayır belki
bazıları doğal yapar bunu
bazıları müstehcen bir tarzda
her yerde.
***
"ONLAR VE BİZ"
ön balkonda oturmuş
konuşuyorlardı:
hemingway, faulkner, t.s. elliot,
ezra pound, hamsun, wally stevens,
e.e. cummings ve birkaçı daha.
“baksana” dedi annem “şunları
susturamaz mısın?”
“hayır,” dedim.
“boş konuşuyorlar,” dedi
babam, “kendilerine iş bulsalar
iyi ederler.”
“işleri var
onların,” dedim.
“bok var,” dedi
babam.
“kesinlikle,”
dedim.
faulkner girdi içeri
sendeleyerek
dolapta bir şişe viski buldu
ve sendeleyerek çıktı.
“korkunç bir insan,” dedi
annem.
sonra kalkıp
balkonu gözetledi.
“bir de kadın var aralarında,” dedi, “ama
daha çok erkeğe benziyor.”
“gertrude o,”
dedim.
“kasılıp duran biri var
bir de,” dedi, “üç kişiyi birden
marizleyebileceğini söylüyor.”
“o ernie,” dedim.
“ve sen,” dedi babam, “onlar gibi
olmak istiyorsun, öyle mi?”
“onlar gibi değil,” dedim, “onlardan
biri.”
“lanet bir iş bulacaksın
kendine, anladın mı?”
“kapa çeneni,” dedim.
“ne?”
“’kapa çeneni’dedim, bu adamları
dinliyorum.”
babam karısına baktı:
“bundan böyle
oğlum yok benim!”
“umarım,” dedi annem.
faulkner sendeleyerek girdi içeri
yine.
“telefon nerde?” diye sordu.
“n’apıcan telefonu?” dedi
babam.
“biraz önce ernie çifteyle beynini
dağıttı,” dedi.
“gördün mü bu adamların başına
ne geldiğini?” diye bağırdı
babam.
yerimden
yavaşça kalkıp
bill’e telefonun yerini
gösterdim.
***
aynı kadınla iki kez
evlenerek hayatımı mahvettim'demiş
william saroyan.
hayatlarımızı mahvedecek bir şeyler
her zaman vardır,
william,
neyin veya kimin
bizi önce
bulduğuna
bakar,
mahvolmaya hep
hazırızdır.
mahvolmuş hayatlar
olağandır
bilgeler için de
ahmaklar için de.
ancak
o mahvolmuş hayat
bizimki olduğunda,
işte o zaman
farkına varırız
intiharların,ayyaşların,hapisane
kuşlarının,uyuşturucu müptelaları
ve benzerlerinin.
varoluşun
menekşeler kadar,
gökkuşağı
kasırga
ve
tamtakır
mutfak
dolabı
kadar
olağan
bir
parçası
olduklarının.
***
ONLAR, HEPSİ, BİLİRLER
paris'in kaldırım ressamlarına sor
uyuyan bir köpeğin üstündeki güneş ışığına sor
üç domuza sor
gazeteci çocuğa sor
donizetti'nin müziğine sor
berbere sor
katile sor
duvara yaslanmış adama sor
vaize sor
dolap yapanlara sor
cepçiye sor ya da rehinciye
ya da cam üfleyen ustaya
veya gübre tüccarına ya da dişçiye sor
devrimciye sor
kafasını aslanın ağzına sokan adama sor
sıradaki atom bombasını atacak
adama sor
kendini isa sanan adama sor
gece eve dönen bülbüle sor
röntgenciye sor
kanserden ölmekte olan adama sor
banyo yapma ihtiyacı olan adama sor
tek bacaklı adama sor
köre sor
peltek konuşana sor
afyon çekene sor
elleri titreyen cerraha sor
üzerinde yürüdüğün yapraklara sor
tecavüzcüye sor ya da
tramvay görevlisine
veya bahçesinde eğreltiotlarını yolan
yaşlı adama sor
tefecinin birine sor
pire eğiticisine sor
ateş yiyene sor
bulabileceğin en sefil adama
en sefil anında sor
bir judo hocasına sor
fil sürücüsüne sor
cüzzamlının birine, müebbet mahkûmuna, veremliye sor
tarih öğretmenine sor
tırnaklarının arasını hiç temizlemeyen adama sor
palyaçonun birine ya da gün ışığında ilk gördüğün
yüze sor
babana sor
oğluna sor ve onun
gelecekteki oğluna
bana sor
bir kesekağıdındaki yanmış ampule sor
baştan çıkmışa, lanetlenmişe, aptala
bilgeye, köleye sor
tapınakları inşa edenlere sor
hiç ayakkabı giymemiş adamlara sor
isa'ya sor
aya sor
dolaptaki gölgelere sor
güveye sor, keşişe, deliye
new yorker dergisine karikatür çizen adama sor
süs balığına sor
tap-dansa sallanan eğreltiotuna sor
hindistan haritasına sor
şefkatli bir yüze sor
yatağının altında saklanan adama sor
bu dünyada en çok nefret ettiğin
insana sor
dylan thomas'la içen adama sor
jack sharkey'nin eldivenlerini bağlayan adama sor
kahve içen üzgün-suratlı adama sor
muslukçuya sor
her gece rüyasında
deve kuşları gören adama sor
hilkat garibesi şovlarında bilet kontrol edene sor
kalpazana sor
ara sokağın birinde
üstüne gazete örtmüş uyuyan adama sor
ülkeleri ve gezegenleri fethedenlere sor
yeni parmağını kesmiş adama sor
incilin arasındaki sayfa işaretine sor
telefon çalarken çeşmeden damlayan suya sor
yalancı şahitliğe sor
koyu mavi boyaya sor
paraşütçüye sor
karnı ağrıyan adama sor
yüzmekte olan besili kutsal göze sor
pahalı kolejde dar pantolon giyen
çocuğa sor
küvette ayağı kayana sor
köpekbalığının yediği adama sor
bana eşi farklı eldivenleri satana sor
bunların hepsine ve benim saymadıklarıma sor
ateşe sor ateşe ateşe-
yalancılara bile sor
ne zaman istersen dilediğine sor
hangi gün istersen yağmurda
karda ya da sıcaktan sararmış bir verandaya çıktığında sor
buna sor şuna sor saçında kuş pisliği olan adama sor
hayvanlara eziyet edene sor
ispanya'da bir sürü boğa doğuşu izlemiş adama sor
yeni cadillac'ların sahiplerine sor
şöhretlere sor
sıkılgana sor
albinoya sor ve devlet adamına
ev sahiplerine ve bilardo oynayanlara sor
yapmacıklı insanlara sor
kiralık katillere keltoşa sor
şişmana uzun boyluya ve bodura sor tek-gözlü adama,
sekse düşkün olana ve olmayana sor
bütün gazete başyazılarını okuyan adamlara sor
gül yetiştirenlere sor
neredeyse hiç acı çekmeyen adamlara sor
ölüm döşeğindekilere sor
avlusundaki çimleri biçenlere ve futbol maçlarına gidenlere sor
bunların herhangi birine ya da hepsine sor
sor sor sor
hepsi şöyle diyecektir;
bir erkek, trabzana yaslanmış dırdır eden bir kadına asla tahammül edemez.
***
YOUNG IN NEW ORLEANS
starving there, sitting around the bars,
and at night walking the streets for
hours,
the moonlight always seemed fake
to me, maybe it was,
and in the french quarter i watched
the horses and buggies going by,
everybody sitting high in the open
carriages, the black driver, and in
back the man and the woman,
usually young and always white.
and i was always white.
and hardly charmed by the
world.
new orleans was a place to
hide.
i could piss away my life,
unmolested.
except for the rats.
the rats in my dark small room
very much resented sharing it
with me.
they were large and fearless
and stared at me with eyes
that spoke
an unblinking
death.
women were beyond me.
they saw something
depraved.
there was one waitress
a little older than
i, she rather smiled,
lingered when she
brought my
coffee.
that was plenty for
me, that was
enough.
there was something about
that city, though
it didn't let me feel guilty
that i had no feeling for the
things so many others
needed.
it let me alone.
sitting up in my bed
the llights out,
hearing the outside
sounds,
lifting my cheap
bottle of wine,
letting the warmth of
the grape
enter
me
as i heard the rats
moving about the
room,
i preferred them
to
humans.
being lost,
being crazy maybe
is not so bad
if you can be
that way
undisturbed.
new orleans gave me
that.
nobody ever called
my name.
no telephone,
no car,
no job,
no
anything.
me and the
rats
and my youth,
one time,
that time
i knew
even through the
nothingness,
it was a
celebration
of something not to
do
but only
know.
***
MY COMPUTER
"what?" they say, "you got a
computer?"
it's like i have sold out to
the enemy.
i had no idea so many
people were prejudiced
against
computers.
even two editors have
written me letters about
the computer.
one disparaged the
computer in a mild and
superior way.
the other seemed
genuinely
pissed.
i am aware that a
computer can't create
a poem.
but neither can a
typewriter.
yet, still, once or
twice a week
i hear:
"what?
you have a
computer?
you?"
yes, i do
and i sit up here
almost every
night,
sometimes with
beer or
wine,
sometimes
without
and i work the
computer.
the damn thing
even corrects
my spelling.
and the poems
come flying
out,
better than
ever.
i have no
idea what causes
all this
computer
prejudice.
me?
i want to go
the next step
beyond the
computer.
i'm sure it's
there.
and when i get
it,
they'll say,
"hey, you hear,
chinaski got a
space-biter!"
"what?"
"yes, it's true!"
"i can't believe
it!"
and i'll also have
some beer or
some wine
or maybe nothing
at all
and i'll be
85 years old
driving it home
to
you and me
and to the little girl
who lost her
sheep.
or her
computer.
***
the secret of my endurance"
i still get letters in the mail, mostly from cracked-up
men in tiny rooms with factory jobs or no jobs who are
living with whores or no woman at all, no hope, just
booze and madness.
most of their letters are on lined paper
written with an unsharpened pencil
or in ink
in tiny handwriting that slants to the
left
and the paper is often torn
usually halfway up the middle
and they say they like my stuff,
i've written from where it's at, and
they recognize that. truly, i've given them a second
chance, some recognition of where they're at.
it's true, i was there, worse off than most
of them.
but i wonder if they realize where their letters
arrive?
well, they are dropped into a box
behind a six-foot hedge with a long driveway leading
to a two car garage, rose garden, fruit trees,
animals, a beautiful woman, mortgage about half
paid after a year, a new car,
fireplace and a green rug two-inches thick
with a young boy to write my stuff now,
i keep him in a ten-foot cage with a
typewriter, feed him whiskey and raw whores,
belt him pretty good three or four times
a week.
i'm 59 years old now and the critics say
my stuff is getting better than ever.